SELAMM NABERRR <O< *ha...capslock*. Tamam kısa kesiyorum.Ben hikaye vardı paylaşcam dedim ya.Sonra tırstım ya.Demin de başlangıcı atayım dedim ama başlangıç aşırı romantikus olunca tırsarsınız diye vazgeçtim. Sonraa daa gittim tee 3. kitap için yazdığım bir randomı aldım size getirdim <w>...Ne iyiyim ama demi.TEK BİR ŞEY ANLAMAYACAKSINIZ MUHAUAH!
=_=" yok harbi stres oldum ben..o yüzden saçmalıyorum aldırmayın.Valla...Karakterleri dersek.Selene (aka. Nightlion) serinin baş karakterlerinden,Nicki çok yakın dostu,James yavuklusu (ajdlsjdlskdşlskdş şaka şaka...açıklayacam biara korkmayın) Sera da sarışın tipleme sdlsksakdj Tamam bu da şaka.Sera da önemli başkarakterlerden olduğu gibi Ninja'nın speşıl karakteridir dostlar.Tee geçenlerde o da bir random koyduydu ya bloguna,nahan Sera oydu işte.
Neyse,umarım bir süre sonra anlarsınız ;w;"
Tüm edebi bölümler affınız olur,umarım sıkılmazsınız.Bölüm başındaki şiirler müessesedendir.Mantığı ne bilmiyorum.İyi okumalar ;w;" Lütfen düşüncelerinizi belirtin de ona göre devam ediyim ya da kesiyim ben olur mu,hani kalabalık olmasın..falan..filan..
*Goes to her emo corner*
Yankılanıyor hep koca çarkların sesi kafamda.
Dönüyorum etrafımda, karanlık sarmış her yanı,
Hiçbir kaçış yok buradan sonra.
Gözlerim açılıyor, uyandığımı sanıyorum-ah ne büyük
yanılsama.
Geldiğim yer öncekinden beter bir cehennemmiş aslında.
Şu işe bak, bilindik yüzler şimdi düşman maskesi altında.
Anlaşılmaz gerçek suçlu ben miyim, kalmışım hâkimin
vicdanına.
Gözlerim tarıyor salonu, her şey eski dostluklar hatırına.
Fakat bulamıyorum tek bir suret, yeniden sevgiyle bakan
bana.
Bıktığımı fark ediyorum, istemiyorum adaletlerini,
acımıyorlar varlığıma.
Kim neyden anlıyor ki sonuçta? Baksana, buradaki her şey bir
propaganda.
Bahanemiz “insanlık namına” iken, kaybediyoruz insanlığımızı
bu dikenli yolda.
Ölüyoruz, çürüyoruz sonsuza dek ama; kimse asla dur demek
bilmiyor bu sözde fedakarlığa.
Selene
Bir kız görmüştüm.
Sancılı hatıraların arasından görünüşünü çıkaramasam da bir
şekilde önemli biri olduğunu hatırlıyor gibiydim. Ellerimi duvarlara sürüye
sürüye yürüyordum. Üstümdeki beyaz ve bol hastane kıyafetiyle akıl hastanesi
kaçkını gibi durduğumdan emin olsam da umursadığım söylenemezdi. Nicki
yorgunluktan koltukta uyuyakalmış, ben de sıkıldığımdan bunu fırsat bilip
dışarı çıkmaya karar vermiştim.
Amacım neydi bilmiyorum. Birini görsem konuşacak mıydım sanki.
Onu geçtim ne diyecektim?
Merhaba, yargılanma aşamam bittikten sonra antrenmanlarda
anılarım yüzünden aniden kafayı sıyırmış bir ruh hastasıyım. Benimle dolaşır
mısın?
İç geçirdim. Düzelip düzelmediğimi anlayamıyordum. Yeni
doğmuş bir çocuk gibi hissediyordum. Bilgisiz, deneyimsiz, var olandan
habersiz.
Her şeyi yeniden öğreniyor gibiydim. Belki de bu yeni bir
başlangıçtı, yeni bir şanstı. Ama dürüst olmak gerekirse bunu “şans” olarak da nitelendiremiyordum.
Çünkü olan bitenler bana yeni bir sayfa açmak için neredeyse tüm kitabı
yakmıştı.
Yine de yapacak bir şeyim yoktu. Amaçsızca yürüdüm. Aklımda
bin bir şeyin dolaşması gerekirken sadece iki kişiyi düşünüyordum.
Biri Arinnaydı. Onunla uzun süre konuşamamam dışında, en son
gördüğüm halini hatırladıkça tüylerim ürperiyordu. Ama korkup korkmadığımı
kestiremiyordum işte. Korkmuş muydum, yoksa üzülmüş mü? Onu özlemiş miydim,
pişman mıydım?
Ne hissettiğimi kestirememek içimi baymıştı. Duygularım o
kadar uzun süredir donmuştu ki şuan çok yavaş çözülüyorlardı. Kendimi barbie
bebek gibi hissetmekten nefret eder haldeydim. Konuşur ama duygusuz, yürür ama
amaçsız. Duygusuz, gereksiz bir varlık.
Nicki bana Arinna’nın döneceğini söylemişti. Dinleniyor
demişti. Fakat neden yanıma gelmiyordu? Onun benden ayrı olması gibi bir olanak
yoktu –ayrı olunca olanları görmüştük. Yaramız varsa birlikte sarmalıydık. En
gerekli andayken en uygunsuz noktalardaydık. Ona ihtiyacım vardı, onun da bana.
Fakat yine yapmıştım. Olan biten onca şeyi hiçbir şey
hissetmeden söyleyebiliyordum. İnsanlara başımdan geçenleri dün ne yediğimi
söyler gibi anlatınca gözleri yuvalarından fırlıyordu. Şayet gel gör ki Nicki
benden bir şeyi uzatmamı istesin donup kalabiliyordum. Fransa’yı anlattıkça
içimden çığlık atmak geliyordu, onu susturuyordum. Orada kalsaydım
yaşayabileceğim hayatı, en önemlisi de aslında yaşamayacaklarımı düşünmek, bu
fırsatı kaçırdığımı bilmek beni deli ediyordu. Buradakileri zaten görmek
istemediğimden çocuk konuşacak konu bulamıyordu. Film izleye izleye uyuyakalıyorduk.
İkinci kişiyse o kızdı.
Ona hissettiğim şey nefretle boşluktan ibaretti. Neden
nefret ettim –herhalde yerimi doldurduğu için. Kendimi bu kadar değersiz
hissedemezdim sanırım. Ölen Japon balığının ardından alınan süs balığı gibi bir
şeydi o kız. Daha önemli, daha değerli, daha yetenekli. Görünüşünü
hatırlayamıyordum evet, ama bildiğim bir şey varsa o kız olmadan Vlad’le
yapılan çarpışmadan sağ çıkamayacağımdı.
Tekrar tekrar düşünüyordum sonra. Nefret etmem gereken gelen
kız mıydı, yoksa onu getirten kişi miydi? Sonuçta kızın “Ah madem eksiğiniz var
doldurayım bari” diye şıp diye burada bittiğine olanak vermiyordum.
Ellerimi cama sürttüğümü fark ettiğimde duraksadım. Başımı
kaldırdım. Dövüş sahasına gelmiştim. Üstelik saha boş değildi.
Aslında bu alışılmadık bir şey değildi. Odadan çıktığımda
saat gece yarısını geçiyordu. Gece antrenmanı yapıyor olmalıydılar. Gayet
doğaldı. Ama o dürtü, o bastırılamayan dürtü geri dönmeme izin vermedi. Son
zamanlarda içgüdülerim aşırı gelişmişti. Onları ne kontrol edebiliyor ne de onlara
karşı koyabiliyordum.
İçeride biri vardı. Görmem gereken biri.
İtaat ettim ve yürüdüm. Kapı aralığından bakınca monitör
odasında kimsenin olmadığını gördüm. Sanırım benim gibi buraya gelmek
kafalarına esmişti o kadar. Derin bir nefes aldım ve camekân kısmına kadar
gittim. Kimlerin dövüştüğünü görmek için nefesimi tuttum ve heyecanla sonucu
bekledim.
James’ti.
En azından biri. Açıkçası gerçekten zor zaman geçiriyor gibi
duruyordu. James’in dövüş seviyesi baya üsttedir. Bu yüzden görev skalası bu
kadar yoğun. Ama şuan yüzünde telaş ve sinir karışımı bir ifade ve alnından
akan terle oradan oraya koşturup taklalar atıyor, alevler püskürtüyor.
Normal bir dövüşteki James yani. O yüz ifadesi dışında.
Normalde dövüşen James’in yüzünde soğuk ve sakin bir ifade vardır.
Duygularını kontrol altına almıştır ve profesyonel görünür. Fakat şuan kapana
kısılmış ve çaresiz duruyordu.
Onu bu kadar zorda bırakan kim?
İşte bu gerçekten ironik bir soruydu.
Yüzümü çevirmemle lanet olası gözlerimin yerlerinden
fırlamaları bir oldu.
İlk önce boyu cidden uzundu. Biraz yaklaştıklarında James’le
aralarında az bir fark olduğunu görebiliyordum. Alışıldık biçimde atletikti ama
bir şekilde usta gibi duruyordu. Kelime anlamıyla profesyonel gibiydi.
Fakat asıl umursadığım bunlar değildi. Soluk sarı saçlar,
buradan bakıldığında bile vahşice parıldayan gözler. İçlerinde sarı ve yeşil
var. Hüzünlü bir sonbahar gibi, ama yıkım getiren türden. Yüzü solgun, hatta
belki de saçından teni de sarı duruyor. Huzursuz bir ruha benziyor. Saha onun
30 yıllık evi sanki. Rahatça süzülüyor. Ellerinden çıkan alevler onun bir
parçası adeta. O kadar aşina ki onlara. Her şeyi o kadar iyi ki çok doğal
duruyor. Kendinden emin, korktuğunu ya da endişelendiğini bile sanmıyorum.
James’in profesyonel dediğim ifadesi onun yüzünde, James’e ise sadece telaşı ve
korkuyu bırakmış.
Fakat o doğal değil. Yanlış bir şeyler var onda.
Hissedebiliyorum ama söyleyemiyorum. Yavaşça hatırlıyorum. Vlad’in onu görünce
yüzünde oluşan ifadesini, üzerime yürüyüşünü. Beni öldürmeye geliyordu.
Normalde o an böyle bir tehdidi bile umursamayacak düzeydeydim. Ama
anımsıyorum, o zaman bile sanırım gerçekten korkmuştum.
Kâbus gibiydi. Gücü korkutucuydu. Onun yerine beni
değiştirmeleri aşırı normaldi. Ben olsam ben de değiştirirdim.
Melek gibiydi. Ama sürgün mü edilmişti, cezalandırılmış
mıydı? Neydi bu Tanrı aşkına… Kelimelere dökemiyordum onu. Garip bir aurası
vardı. Ölümü beraberinde taşıyordu. Şanssızlığı, kederi. Büyük güçler büyük
sorumluluklarla gelir derler ya, yaşamıştı işte onu.
Buraya yaşamak için gelmemişti. Feda olmaktı onun görevi.
Tüm bunları neye göre çözdüm bilmiyorum. Görünüşünden mi,
bakışlarından mı? Belki de kendi kendime
hikâye yazıyordum.
Neyse ne tüm bu anlattıklarımdan ona sempati duymam
gerekirdi sonuç olarak. Ne biliyim, acımam filan. Anlayış göstermem en azından.
Ama olmuyordu işte. Tırnaklarımı kollarıma geçirmiş boş
bakışlarla onun James’in üzerine alevlerle uçmasını izliyordum.
Son hamleye gelmişti, James’in de işi bitmişti zaten.
Taklalarından birinde yaralı olan dizine filan yüklenmişti belli ki ve takılıp
yerde kalmıştı. Rakibi önünde bitti ve elini alev püskürtecek konumda ona
dayadı.
James sinirle ona bakıyordu. Delirmiş gibiydi. Rekabet
delisi bir insan değildi ama bazı şeylerde yenilmeye dayanamadığını biliyordum.
Özellikle hazzetmediği insanlara karşı aşağıda olmaktan hoşlanmazdı. Belli ki
karşısındaki kişiye karşı pek hoş duygular barındırmıyordu.
Ki rakibinin de duyguları karşılıklıydı sanırım. Buradan bakılınca
en iyi arkadaş gibi durdukları söylenemezdi. James’e pis bir sırıtış fırlattı.
Buna cevap olarak James kaşlarını çatınca yüzündeki sırıtış uçuverdi. Ama bunun
nedeni James’in kaş çatması değildi.
Kafasını o kadar ani kaldırdı ki saklanacak zamanı neredeyse
bulamadım. Üstüne üstlük bembeyazdım, görülmem o kadar kolaydı ki üstüme bir de
ışıklı tabela yapıştırmak kalmıştı.
Çömelerek masanın altına girmiştim ama burada kalmaya hiç
niyetim yoktu. Buraya geleceğini hissediyor gibiydim ve tedirgin olmuştum. Beni
göremeyecekleri bir noktaya kadar hızla süründüm ve deli gibi koşmaya başladım.
Gördüklerime bakılırsa o kız kesinlikle benden daha hızlı koşuyordu çünkü.
Koridoru dönsem rahatlayacaktım ama upuzun koridorda
çıldırmış gibi koşmam gerekiyordu. Çünkü koridorun başına çıksalar beni hangi
uzaklıkta olsam da görür ve takip edebilirlerdi. Tüm eforumu sarf ettim ve
koridoru döndüm. Ayak sesi duymadığımdan içim birazcık rahatlasa da arkama
bakmayıp doğruca Nicki’nin salyalarını akıtarak uyuduğu odaya, yatağıma geri
zıpladım.
Kalp atışlarım normal
seviyeye geldikten az süre sonra da uyuyakaldım.
Sabah aniden uyandığımda dünkü telaşın izlerini taşıyordum. Çevreme
bakındım. Nicki kahvaltı tepsisini almış yatağıma doğru ilerliyordu. Uyanık
olduğumu görünce sevinse de yüzümdeki ifadeden o sevinç geldiği gibi kayboldu.
“Günayd- heyhey ne oldu sana böyle?”.
“Hiç.” Diye geçiştirdim “Kâbus gördüm o kadar.”.
Yalan da değildi hani.
Sürekli kâbus gördüğümden bunu sorgulamadı ama yüzü asıldı
diyebilirim. Kafamı patpatladı ve gülümsemeye çalıştı. Ona boş boş baktım. O da
anlayışla tepsidekileri bana uzatmaya girişti.
“Sadece çay-“ dememe fırsat bırakmadan kaşlarını çatarak
bana baktı. Çocukların kötü bakıcısı filan gibi bir hali vardı ve gerçekten
komik sayılırdı. Özellikle de ses tonu.
“Non! Hepsini yiyeceksin, pazarlık filan da yok!”.
Yeme düzenim aşırı bozuktu. Özellikle sabahları ağzımdan
lokma geçmiyordu. Öğlenleri değişik oluyordu. Ya bir şeyler yiyordum ya da yine
aç kalıyordum. Akşamları yemeklere abanıyordum o ayrı mesele. Ama Nicki şu “sabah
kahvaltısı günün en önemli öğünüdür” manyaklarındandı.
O “Tren geçiyor, kuş geçiyor! Selene de ağzını açıveriyor!”
diye çatalla bana doğru uçarken ellerimle onu savuşturmaya çalışıyordum. Birden
aklıma geldi.
“Hey, şu yeni gelen çömez hakkında bir fikrin var mı? Uzun
olan hani.”
“Şunu ağzına alırsan söyleyeceğim mon cheri!”.
Kaşlarımı çattım. Gözlerimi kapayıp burnumu tıkadım ve o da
çatalın üzerinde duran krepi ağzıma sokuşturdu. Midem bulana bulana yutkundum
ve sıkkın bir tavırla ondan cevap beklemeye başladım. Zafer edasıyla
sırıtıyordu. Sonra da gülüp koltuğuna oturdu.
“Hım bir bakalım. Uzun çömez… Ha ha buldum! Garip bir tip
değil mi? Sarışın filan. Yemin ederim Avrupa’da bu kadar garip sarı bir insan
gördüğümü hatırlamıyorum. Üstelik çok kaba biliyor muydun? Küpemin gay
durduğunu söyled-“
“Nicki… Sadede gelir misin?”.
“Tamam tamam. Neydi ki adı. Sabrina… Yok artık bir dakika o
şu cadı kızdı. Sally… Hayır. Sasha-Tamam daha neler.”.
O bir düzine ad daha sıraladı, ben de el mahkûm bekledim. O
isim Nicki’nin ağzına gelir gibi oldukça benim de geliyordu sanki.
“Hahayt buldum! Sera-“
Gözlerim fal taşı gibi açık, dudaklarım istemsizce aralandı.
“Walker mı?”.
Nicki biraz şaşırdı ama bir şey diyemedi. “Şey evet, öyle.
Nerden biliyorsun?”.
“Bilmem. Oradan buradan duymuş olmalıyım.”.
Nicki dudağını büktü ve çayını alıp elindeki Fransızca
gazeteye sakince göz atmaya başladı.
Yumruklarımı sıktım. Oydu.
“O” kız sensin, Sera
Walker.
ooooovv yea =w=
YanıtlaSilwtf does that suppose to mean .f.f?
YanıtlaSilTamakieeeğğğğ~
YanıtlaSilO değil de Allah'ımm... insan nasıl bu kadar artez olur lağn -w- çoğ artezem hakkatten. James'in kıçını da tekmeledim. Oh misss~ *ahtapot dansı* ~(*3*)~
f.f.f. pislik!Jamesimden uzak dur.Zaten ne demeye kavga ettiğinizi bile hatırlamıyorum =A= PSİKOPAT SARIŞIN SENİEG!!
SilVuuuuuuvvv!!!! Harikaydı!! Ciddiyim çok hoşuma gitti *w* Hikayeyi en başından burada yayınlamazsan, gece rüyalarına girebilirim^^ devam et onegaii shimaz!!! .w.
YanıtlaSil...;w; cidden mi.Çoh teşekkür ederimm >w<!Bunu demen gerçekten benim için çok anlamlı çok saol cidden ;w;
SilYa...cesaret gelirse yayınlıycam da.Harbi ormantik bak .-. Zaten hikaye accık iki aşığın üstüne kurulu gibi bişe... Bana göre ok da siz tiskinmeyin diye diyorum ;_; Accık romantizme ne dersin bilemeyeceğim tabi de..?
romantizm? oh please çok severim ama öyle sırf romantizm üzerine kurulu olmadığı sürece o.o yani araya serpiştirilmiş romantizmi daha çok seviyorum o.o ama ben sen kesinlikle yayınlamalısın ben çok sevdim çünkü ^w^
SilYok nan allah korusun alskdlk bende belirli dozlarda alıyorum U_U da kendime güvenemiyorum ki azizim,abarttım diye korkuyorum .-. hatta biara baş karaktere bile sövüyodum "lan sen nası kezbansın.nerde hata yaptım benn!! NERDEEE TAT!" diye.hala da söverim sövüyorum ~=0=~
SilAma sağolasın Unazo-sama ^W^ Sanırım baştan yayınlıycam ;w;" Öyle umuyorum...
Süperdi ya!Yazmaya devam etmelisin *o*
YanıtlaSilHoşuna gittiyse ne mutlu bana ;w; Çok teşekkür ederim ^_^ Üşenmezsem ya da fikir gelirse yazıyorum ya =,= İnşallah baştan başlayıp koymaya devam edeceğim =w="
Sil