13 Temmuz 2012 Cuma

Psychotic 1,2,3

Üç şey.

1.Yine uyku düzenimin içine ettim.
2.Placebo kesinlikle akıl hastası yazılar yazmak ya da kafa bulmak için harika müzikler yapıyor.
3.Belki de içimdeki aşk acısı temalı fikirleri delilikle birleştirmesem hoş olacaktı...

Evet cadılar,işte müzikleriniz:


                                                                 Song to say goodbye


                                                                     The bitter end


                                                                             Meds 

Ve işkenceniz-yani randomınız.

(Not: Selene o kadar ruh hastası bir kaçık değil =A= Sadece 3. kitapta accık çook azıcık minnacık kafayı sıyırmış oluyor o kadar.Ama geçicek.Ninja da bana "Uzatma kadın bunalım bunalım sıkar insanı okuyamam ben =_=" yapmıştı biara ki haklı,bundan sonra bitirip adam akıllı şeylere geçiyor ve edebi psikologluğumu rafa kaldırıyorum.Ahh...Sanırım içimde ailem tarafından psikologluk hayallerimin yok edilmesinin hüsranı var o_O Kendimi bir şekilde bu konuda yazarken geliştirmeye zorluyorum ama ne yaptığımı anlayabilmiş değilim.Tek bildiğim sadece bu tür duyguları yazmayı çok sevdiğim.)

Ha buarada...Nolur James x Selene shipleme olasılıklarınızı ortadan kaldırmamış olayım Allahım noolur ;_;" İnşallah öyle bir halt etmemişimdir.

He evet işte James alsdkjl Uzun zamandır bahsetmem gereken ama bu aralar takmaya yeniden başladığım Selene'nin sevgulusu. Gerçi burdan kütük gibi duruyor ya neyse.Bi dakka o zaten kütük...Herr neeyse.





Klasik bir başlangıçtı. Her hikâyede olduğu gibi eli yüzü düzgün bir genç adam, güzel sevgilisini ziyarete gidiyordu. Elindeki beyaz sümbüllerle, özen gösterilmiş kıyafetiyle ve sahip olduğu bütün iyi niyetle herhangi bir ayrıcalığı yoktu tekdüze karakterlerden.

Fakat sevdiği kız hastaydı, hem de çok.

Sahip olduğu hastalık ölümcül değildi. Kısıtlı bir yaşam süresi kalmış filan da değildi. Onu sakat bırakan belirli bir faktör de yoktu ortalıkta. Yaşamdan usanmıştı sevgilisi. İçlerinde bulundukları hayatın kurbanıydı. Yaşamak zorunda kaldıklarıyla, elini kana bulamanın zorunluluğuyla, kendini unutmanın, bir zamanlar sevdiği her insana şimdi nefret kusmanın verdiği acıyla… Tükenmişti. Ona bahşedilen hayat şimdi emiyordu sahip olduğu bütün enerjiyi. Mutluluğu sanki bir günahmış, bir suçmuş gibi… Çalınmıştı ondan.

James kapıyı hafifçe tık tıkladı. Kapıyı açan koyu kumral,30’larının sonunda bir hemşire James girdikten sonra ricası üzerine dışarıya çıktı ve kapıyı sakince kapattı.

Başrol kızımız, odaya girildiğinde sol tarafta bulunan ve yerle arasında en fazla yarım metre olan devasa pencerelerin önündeki deri koltukta uzanıyordu. Bacaklarını ve kollarını koltuktan sarkıtmış, iki büklümdü. Kafasını arkaya atmıştı ve boş bir ifadeyle pencerelerden ruhsuzca akan yağmuru izliyordu. Uzun kumral saçları neredeyse yere değiyor, genelde olan dümdüz şekillerinin aksine biraz dalgalı duruyordu. Çıplak bacakları odanın ısısına rağmen diken diken olmuştu. Altında sadece siyah bir iç çamaşırı ve üstündeki siyah askılı tişörtüyle güzel bir belayı anımsatıyordu bütün görüntüsü.

James dalmış olduğunu düşünse de kız camdaki yansımasından onu izliyordu. Yavaşça kafasını çevirip ona baktı. Göz çukurları çökmüştü, yüzü soluktu. Klasik bir hasta görüntüsü olsa da, bu imaj her şekilde karşıdaki kişiyi etkiliyor, canını acıtıyordu.

Selene birkaç saniye James’e o pozisyonda, o ifadeyle baktı. Sonra yüz kasları yukarı doğru kasıldı ve tüm yüzünü kaplayan bir gülümseme yayıldı suretinde. Havada olan bacaklarını yere indirip kalkarken James de getirdiği çiçekleri yanındaki ahşap masaya koydu. Odaya bakıldığında beyaz ve aralara koyu gri tonları ile deri ve ahşap malzemeler kullanıldığı görülüyordu. Modern bir görüntüsü vardı, uzun ve biraz alçak çift kişilik bir yatak ve birsürü, birsürü ilaç bulunuyordu. Saldırı amaçlı kullanılabileceğinden olacak, pek fazla eşya yoktu. Tek bir resim bile yoktu, duvarlar bomboş kalmıştı. Işıklar sesle çalışıyor olmalı ki, her hangi bir lamba da gözükmüyordu. Oda zaten yağmurlu hava yüzünden biraz loştu ama mimarisi de kasvetli olmaya çok fazla elverişliydi. Sadeliğin ve sessizliğin getirdiği bir delilikti bu.

Selene ayağa kalktığında önce biraz sendeledi ama James yetişemeden düz durmayı başardı. Yavaş adımlarla ona doğru ilerliyordu ama yine de yamuk yumuk yürüyordu… Sanki uyuşturucu çekmiş ya da her an alkol komasına girecekmiş gibi bir hali vardı. Şayet James bir dağ halini alan ilaçlara yandan bir bakış attığında kendi şüphelerini cevaplandırmış oldu.

Selene dibine kadar gelip ona sarıldı. Açıkçası James’in bunu beklediği söylenemezdi. Selene’nin bunalım hallerini yaşamıştı. Kötü hissediyorsa ve bunun sorumlusu James ise: Ya onun yüzüne bakmaz ve gitmesini söylerdi, ya kızgınlıktan köpürmüş bir şekilde ona parlardı, ya da konuşacak kadar sakin olup duygularını aktarırdı.

Sarılmaysa, tüm bu evrelerin son basamağıydı. Bu nedenle James göğsüne gömülen yüzden ne kadar hoşnut olsa da rahatsızlık, şüphe ve en çok da endişe baskın gelmişti. Yine de Selene’yi geri ittirmedi, aksine ellerini her an geri çekebilirmiş gibi kızın beline sardı. Zaten az süre sonra Selene de geri çekildi ve kafasını kaldırıp sevgilisinin yüzüne baktı. Aralarında neredeyse 10 cm gibi bir fark olsa da kafası yine de biraz yukarı kayıyordu. James kızın yüzünü yakından görünce kalbinde garip bir his oluştu.

Bazen yeterince şanslıysanız  -ya da kim bilir, yeterince şanssızsanız- gerçekten çok ama çok sevdiğiniz bir insan bulursunuz. Ama içinizdeki her haliyle gerçek sevgidir, geçici bir beğenme ya da kısa zamanlı bir dostluk değil. O kadar seversiniz ki, tıpkı bir annenin çocuğu yaralandığında ona kıyamaması gibi, siz de sevdiğiniz insanın zarar görmesini hiçbir şekilde istemezsiniz. Bir ağlaması, canının yanması, yaşadığı şoktan dolayı titreyen ellerini görmek sizi altüst eder. Tepetaklak olur beyniniz, kalbiniz ve dolaşım sisteminiz allak bullaktır. Yaralanmaması için elinizden geleni yaparsınız. Ama o bir şekilde yaralanır. Ve siz…

Siz kahrolursunuz.

James’e olan şey de şuan tamamıyla buydu. Bu duyguları hissediyor, kafasında bu düşünceler dolaşıyordu. Selene’nin görüntüsü hastalıklıdan da öteydi, mahvolmuştu. Tek kelimeyle sağlıksızdı. Sadece vücudu değil, ruhu harap olmuştu.

Vücudu demişken, ruhuna yaklaşamasa da o da kötü durumdaydı. Vlad’le oldukları zamandan kalma çürükler ve kesikler her yerindeydi genç kızın. Güzel ve taze tenini lekelemek istercesine asılmışlardı orada. Şekilli dudakları ve ufak elleri kurumuş, yara olmuştu. Kemikleri biraz daha ortaya çıkmıştı. Ölüm yanından geçip gitmiş gibiydi, ama fazla yakından geçmişti sanki. Güneş bir daha yüzünü göstermemek üzere terk etmişti adeta Selene’yi. Teni hayalet gibi soluktu.

Bunlar James için sorun değildi. Selene’yi ister inanın ister inanmayın, her haliyle güzel buluyordu. Kızın şuan ki hali bile ona yaralı bir meleği anımsatıyordu. Cümleler ne kadar abartılı olsa da, kıza o kadar âşıktı.
Tek umursadığı acıydı. Kızın çektiği ıstırap. Bütün o can çekişmeler.

Ve hepsinde, Selene’nin bunları tek başına yaşamasıydı onu en çok rahatsız eden.

Selene’nin yüzünde yine o sinir bozucu gülüş vardı. Kim bilir, belki de hayal gördüğünü sanıyordu. Her şekilde,  maskeli bir mutluluk sergiliyordu ama. Mutluluğu ham olsa, James bu kadar irite olmayabilirdi. Bu mutluluk değildi, deliliğin getirdiği trajikomediydi. Olan bitenlere karşın elinden gelenin sadece gülmek olduğu bir durumdu.

Ya da sadece ilaçlardan kafa bulmuştu. James kendisini görüp görmediğinden emin bile olamadı bir an. Belki de şuan James yerine bir zebra gördüğünü filan sanıyordu, olamaz mıydı yani?

“James,” Tamam zebra görmüyordu “Burada ne işin var?”.

Sesi biraz çatlamış ve uykudan yeni uyanmış gibi çıkıyordu. James bu ses dışında kızın gözlerine biraz takılsa da cevabını fazla geciktirmedi. Kızın gözleri… Bir şeyler diyordu ona sanki. Selene’nin ağzından çıkaramadığı sözcükleri anlatmak onlara kalmıştı belki.

“Seni merak ediyorum.” Ne kadar âşık olursa olsun, James romantizm adamı değildi. Kaba saba da değildi ama kafasında bir sürü düşünce dolanıyorsa ağzını genelde oto pilota verirdi. Bu durumlarda konuşmak favori uğraşı olmadığından, hislerini en sade bir biçimde dile getirip karşısındakinin konuşmasına izin verir, onu incelerdi.

Selene mutlu olduğunu belirten ve öncekinden çok daha az kaçık bir görüntüsü olduğu kesin bir şekilde tebessüm etti. Şuan sadece yorgun duruyordu, her an yere yığılacakmış gibi.
Şayet aniden enerji dolmuş gibi çocukça hareketler yapmaya başladı. Kendi etrafında dönerek bir tur attı ve kahkahaları sevimsiz odada yankılandı.

“Ee hapishanemi nasıl buldun?” Birden yapmacık bir suçluluk ifadesi takınıp elini ağzına götürdü. “Ups, pardon. Yani rehabilitasyon odamı.”.

James etrafa bir kez daha göz gezdirip elini ahşap masaya sürttü. “Bilmem. Fazla-“
“İğrenç, korkunç, sıkıcı, suratsız hemşirelerle dolu.” Selene bunların hepsini masum bir görüntüyle liste sıralar gibi söylemişti. “Bayıcı.” Dedi James. “ Bunaltıcı. Fazla havasız.”.

Selene elini sallayarak geçiştirir gibi yaptı. “Ahh uyuz cadı 1 ve uyuz cadı 3 kaçacağımı düşünüyorlar da ondan, uyuz cadı 2 pencereyi açmaya kalkışınca onu durdurdular... Ben de açmayayım diye kilit taktılar.   Sadece beni gezmeye çıkardıklarında odaya hava aldırıyorlar.”.

Selene kendini sırtüstü yatağa attı ve rahatladığını belirten bir ses çıkardı. Ayaklarını sallamaya başlarken gözlerini James’e çevirdi. Parlayan yeşil gözlerindeki endişe çok rahat görülebiliyordu. Dudaklarını büktü ve aynı çocuksu tonla konuşmaya başladı.

“Söylesene neden diğerleri de gelmedi?”.

James hafifçe kaşlarını çattı. “Gelemediler… Hepsini olası ziyaretçi listesinden silmişsin.”.

“Ahh evet doğru ya. Unutmuşum.” Selene kalkıp oturur pozisyonda durdu. “Var ya, aslında seni de silecektim.” Dedi James’e sanki çok normal bir şeymiş gibi.

Sonra ayağa kalktı ve hala kaşlarını çatmakta olan oğlana doğru ilerledi. Elini yanağına koyarken yine o sakin tavrına büründü. “Ama gözlerini görmezsem üzüleceğimi düşündüm. Biliyor musun, bitki bile görmeme izin vermiyorlar.” James’in getirdiği beyaz sümbülleri işaret etti. “Şu çiçekler var ya, uyuz cadı 3 gelince onları çöpe atacaktır. Ama yine de çok teşekkür ederim.”.

James tez ama yine de nazik bir hareketle Selene’nin bileğinden tuttu ve yüzünden çekti.

“Selene, iyi değilsin.”.

Kız alayla güldü, mutluluk maskesi düşmüştü. Hatta bunu bekliyor gibiydi.
“Hah, nereden anladın acaba? Bilmem belki de 3 hemşireyle akıl hastanesi imajı veren bir odaya kapatılmamdandır. Ya da dur bekle, hastalıklı görüntümden olmasın? Ayna olmadığından sadece camdaki yansımamla yetiniyorum ama tipimi tam olarak görebildiğim söylenemez. Hilkat garibesinden çatlak karı’ya kadar bir numara verebilirsen belki nasıl durduğumu anları-“.

“Sus.”.

James’in tutuşu elinde olmadan sertleşiyordu ama bunu fark etmedi. Kabul edilemeyecek sözler, deli ve masum tavırlar, öfke ve aşağılama. James doktorlardan gerçekten nefret ediyordu. Tıbbi mekânlardan da. Travma geçirmiş bir insanı bu çeşit bir odaya kapatmaları saçmalıktı. Onu iyileştirmeye değil toplumdan resmen uzak tutmaya çalıştıkları için Akademi’ye mi, şuan ki tavırlarından Selene’ye mi, elinden hiçbir şey gelmediği için kendine mi kızsın bilemiyordu.

En sonunda Selene gözlerini kısıp hafifçe inlediğinde James şaşkınlıkla kızın elini bırakıverdi. Bileğinin iğne girişleri yüzünden mosmor olduğunu unutmuş dakikalardır orayı sıkıyordu.

Selene morluklarına bir de kızarıklığın eklendiği bileğini ovuştururken James’i akıl almaz bir suçluluk duygusu sardı. O bileğin renkleriyle uyumlu şekilde mosmor olmuştu şimdi. Ne yapacağını bilemez haldeydi, içini bir panik sardı. Kendini sakinleştirip hareket etmeme kararı aldı. Belki de Selene’yi ziyaret etmenin zamanı henüz gelmemişti.

Kekeleyerek özür diledi. Seleneyse umursuyor gibi durmuyordu. Kaşlarını çatmış, suratında huysuz bir ifade vardı. Bileğini ovalamayı bırakıp arkasını dönerek koltuğuna geri oturdu. Bu sefer sırtı James’e dönüktü ve ne kadar camda yansıması olsa da kafasını kollarına gömdüğünden yüzü belli olmuyordu.

James içinde kendine karşı gitgide büyüyen öfkeyle gitmeye karar vermişti ki bir ses duydu. Kalbini yeniden burkan bir ses. Yumuşak ve ağlamaklı. Yalnız ve korkmuş.

“Ben… Bir hata mıyım?” Selene yüzünü James’e çevirdiğinde, sevgilisi şok oldu. Ağlıyordu. Birden bu kadar aciz ve kırılgan olması James’i adeta felç etmişti.

Oğlan içindeki dehşeti bastırmaya uğraşıp yüzündeki soğukkanlı ifadeyi geri döndürerek kafasını yana salladı.

“Peki… Gereksiz miyim?”.

Bir kez daha kafasını sağa sola sallarken bunu yapmak artık James’e zor geliyordu. Tüm kaslarının eridiğini hissediyordu. Üstüne binlerce yük bindiğini, tüm uzuvlarının ve kalbinin ağrımaya başladığını. Ona sarılıp her şeyin geçeceğini, bittiğini, aslında ne kadar güzel ve değerli olduğunu bilmesini istiyordu. Ama dudakları açılamadı bir türlü.

Kız hüzünle gülümsedi. “O halde neden var olmamam gerekiyormuş gibi hissediyorum?”.

Birkaç kristal gözyaşı daha yanaklarından süzülürken kapı çalındı. Ama evet denmesini bile beklemeden, çalmasıyla içeri giren hemşire James’in zaten tıbbi çalışanlara olan nefretine gerekçe sağlamış oldu.
“Üzgünüm,” dedi yapay bir özürle hemşire. Belki de Selene haklıydı, kadın gerçekten uyuzdu. “İlaç vakti geldi, siz de sürenizi doldurdunuz.”.

Selene gözyaşlarını silip koltuktan kalkarak yatağına uzandı. Hemşire bir şırınga çıkartıp bir iki ilaçla uğraşırken kız kapının yanında duran gence bir bakış attı. Uyuz hemşire işini bitirmiş şırıngayla Selene’nin yanına oturdu. Batikonlu pamuğu gelişi güzel sürdü ve eski delik yerlerine bir kez daha o metal ucu umursamadan sokuverdi. Selene önce acıyla gözlerini yumdu, daha dinmeye vakit bulamamış gözyaşları yanaklarından bir kez daha aktı. James elindeki kapı kolunu sıkarken kız ona bakıp yaşlı gözler ve ağlamaklı bir ifadeyle tebessüm etti. Hemşire şırıngayı çıkarıp akan bir iki damla kanı silerken ilaç hemen etkisini göstermiş ve Selene’nin göz kapakları kapanmaya başlamıştı.

James’e son bir kez gülümsedi ve uyuyakalmadan önce dudaklarından sessizce dökülen tek bir sözcükle perdeyi kapamış oldu.

“Hoşça kal.”.



BEEENCEE HEM DELİLİK HEM DE ORMANTİZM KOTAMI YETERİNCE DOLDURDUM aksdşlskd hemde hayat boyu =_= ahh saat dokuz olmuş..kahvaltı edip yatsam iyi olacak.BAY BAY >3<

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder