He yalnız hakkaten acayip sıkılıyorum ben.Okulu ölsem de özlemem de yine de sıkılıyorum yane o.o Bir de geçen bilgisayar başında 6 saat oturmak ölüm riskini artırıyor diye bir zırva okuduydum,NUU OAO oldum elbet ama gel gör ki o kıç bilgisayar başından kalkmadı.
Yalnız çok alakasız olacak ama yoğurt koyarken kapağına baktım "Adı Tadında Saklı U_U" yazıyodu. Valla sizi bilemiycem ama ben Şekersüt adından gizli formula çıkaramadım asjdlasldk
Sıkıldım dedim ben demi.
Başlamışken bir reklam daha yapıyım,Burn içmeyin emi çocuklar.Önceki haftalarda Sheri'yle buluşup ölmüştük biz hem hava çok sıcak hem de sabahlayıp uyumadığımızdan.Böyle ben "hıaggg uyumak istiyorum" diye ayaklarımı sürürken o da beni itekliyodu felan.Sonra Burn filan alalım yae yaptım-tabi hiç içmeyince nasıl bi halt olduğunu bilmiyordum. Aldık iyi güzel Sheri açtı içmeye başladı.Öküz gibi soğuk olunca bende açmaya üşendim o "Gerizekalı çocuk ne diye aldık aç iç şunu sıcak sıcak iğrenç bişe olcak =_=" yaptı ben de "Huag tamam yie =A=" dedim ama unuttum. Ha buarada sanırım konuşma balonlarından fazla keş duruyorum asdkkl Ama değilim yani U_U Neyse sonra açmak aklıma geldi tabi.Bi açtım BÖYK NASI BİŞE O.
Zaten önünüzdeki randomdan nasıl bir şey olduğunu okuyacaksınız da yine de nefret ettim diyeyim.Ben zaten tatlı yeme özürlüyüm.Yani sayılırım..Bence öyleyim .-. Çok fazla tatlı yiyemiyorum çok tatlı geliyor asdkjaskld (cinyıs) Burn'e de maşallah sırf şeker koymuşlar heralde bence ondan enerji veriyor.Lan böyle olduğunu bilsem gidip çikolata alırdım ağzıma yazık değil mi lan.
Neysem,valla şimdiki randomın da edebi açıdan pek bir şeysi yok ya neyse .-. Yazmak isteyip yazamadıydım.Herşekilde edebi zartizlikler yapmadığım yazılar bana boş geliyor bilmiyorum =_________= Okuyunca farkettim ki sanırım komik olmaya çalışıp becerememişim kasşdlkasdşlka
HEEERNEYSE BUYRUN.
Selene
(valla Selene'den de bıkacağınız gibime geliyor.Zaten dürüstçe sevilecek bir karakter olduğunu düşünmüyorum.Ama sabredin bu işkence de bitecek f.f.)
Gözlerim korkuyla açıldı. Dün gece yorgunluktan
uyuyakalmıştım, yoksa stres tüm vücudumu bir kuklaymışım gibi ele geçirmişti.
Yatakta uzanmama rağmen kalbimin ritmi yavaşlamıyordu, beynimdeki düşünceler ve
görüntüler dur durak bilmiyordu. Bir yandan zangırdayan vücudumla bir yandan
patlama noktasına gelen kafam görünüşe bakılırsa bir yerde harap olup pes
etmiş, gözlerimin perdelerini indirmelerine müsaade etmişlerdi.
Sersem bir halde yatakta oturur pozisyonda durdum. Gözlerim
karardığından kalkmak için acele etmedim ve düşüncelerimi toparlamaya
çabaladım. Dövüş… Orak… Ve Sera Walker.
Dövüş aletinin ne olduğu ya da kiminle dövüşüleceği mühim
değildi. Sadece dövüş ve Sera Walker kelimelerinin bile yan yana gelmeleri
kıyamete eşdeğerdi. Bir de buradaki şanssız rakibin ben olduğum da
varsayılırsa, belki de sahaya çıkmadan kendimi bıçaklarsam daha şanslı
sayılacaktım.
Tırnaklarımı çarşafa geçirdim ve dişlerimi gıcırdattım. Orak
Akademi’de pek popüler bir silah değildi –en azından benimki kadar büyük boylu
olanı- ve bu yüzden öğretecek bir hoca bulmak da zordu. Başlı başına ağır ve
kocaman bir silahtı. Taşıması, saklaması zordu. Tehlikeli ve diğer silahlara
nazaran biraz daha riskliydi. Elinizde çevirirken bir anda çevirdiğiniz şeyin
kafanız olması pek hoş bir ihtimal değildi.
Orak’ı neden öğrendiğim konusuna değiniyim isterseniz, ben
de emin değilim. Lanetli Olanlardan birine dönüşümümün tamamlanmasından önce
Vlad bana Orak’ı neredeyse kusursuz bir şekilde öğretmişti. Zaten o sırada
doğaüstü bir varlık konumunda olduğumdan yeni bir silahı tamamıyla
öğrenmem -Vlad’in de süreyi kısa
tutmasıyla- ortalama 3 hafta sürmüştü.
Fakat normale döndüğümde, puf. Orak hakkındaki tüm bilgimi
ve deneyimimi kaybetmiş bulunmaktaydım. İlk gördüğüm andaki gibi, Orak benim
için sadece uzun bir sapa geçirilmiş bir metal yığınından ibaretti.
Bir daha düşününce sanırım Orak’ı öğrenmemin nedeni onca
yaşadıklarımdan sonra yanıma bir şeyin kar kalmasını istememdi. Hiçbir açıdan
bakınca kendimi karlı hissetmiyordum, fakat yeni bir silahı öğrenmek aradığım
pazarlık olabilirdi.
Elbette hesaba katmadığım çok önemli iki etken vardı.
İlki, geri döndüğümde Orak hakkındaki tüm bilgimi kaybetmiş
olacağımdı.
İkincisiyse, Orak’ı yeniden öğrenmek istediğimde bana
öğretmen olarak Sera Walker’ın atanacağıydı.
Hadi ilkini yine geçtim, sebat edip bir şekilde yeniden her
şeyi öğrenmeyi göze alabilirdim. Ama benden yaşça 2 yaş ufak olmasına karşın 6
cm uzun, hayalete benzettiğim ve katilim olmasına ramak kalmış, buz bakışlı
çömezi öğretmenim olarak istemememin neresi
anormaldi?
Açıkçası bana göre anormal olan baya fazla nokta vardı ama,
görünüşe bakılırsa üstlerim için her şey gayet normaldi.
Eh, iş böyle olunca, baştan aşağı sarı kıç tekmeleyen bir
tiplemeyle ben bu lanet olası silahı kavrayana dek ders yapacaktık.
Fazlaca hevesli olduğum için lütfen beni mazur görün. Sadece
içimdeki coşkunun akmasına müsaade ediyorum o kadar.
Bıkkın bir tavırla nefesimi verdim. Sakince ayağa kalktım ve
hazırlanmaya koyuldum. Duş alıp siyah dövüş eşofmanlarımı giyerken kendi
kendime konuşmayı sürdürüyordum.
“Acaba nasıl biridir? Sürekli ön yargıyla küfredip duruyorum
ama ne yapabilirim ki, kız Sevimli Ayıcıklardaki bir figüran gibi de durmuyor
açıkçası.”.
“İçimden bir ses Komutan’dan beter olacağını söylüyor. Ya da
bizim grubun koçundan. Eh, eğitmenliği bir çömeze verdiklerine göre kız ağız
düşürtecek kadar iyi olmalı… Bir de James’le dövüşürkenki halini ve beni
kurtarışını düşünürsek- bir dakika. Ben kızın nasıl dövüştüğünü gördüm ki… Tanrım
kesinlikle işim bitti.”.
Saçımı tokayla atkuyruğu yaparken aynadaki halim içler
açısıydı. Korku ve stresten ellerim titriyor, tedirginlikten kusacak gibi
hissediyordum. Kendi kendime öleceğimi hatırlatıp duruyordum. Üstelik bu
önyargı da değildi, harbiden ölecektim.
Hani böyle çatır çatır, anam babam. Kız elindeki orakla beni ortadan ikiye
bölüp sonra da tahminimce diğer kurbanlarına yaptığı gibi odasına asarak kıçımı
dart tahtası niyetine kullanacaktı.
Ya da duvar süsü. İçimi doldurup aksesuar yerine bile
kullanabilirdi beni. Gerçi bunun Akademi’de izin verildiğinden emin değilim…
Kendimi çimdikleyip sakin olmaya zorladım. Çünkü Sera
Walker’ın görüntüsü en son kafamda kötü adamlara özgü bir kahkaha atıyor ve
siyah pelerin giyiyordu.
Aynada son bir kez kendime baktım. Hazırım demek istedim, ama ağzımdan biraz değişiği çıkıyordu…
Hazırdeğilimhazırdeğilimhazırdeğilimhazırdeğilim…
Tamam… Görünüşe bakılırsa kendimi birden fazla kez
çimdiklemem gerekecekti.
~
Dımdızlak aşağı inip yemek salonuna yöneldim. Yanımda
herhangi bir şey getirmem söylenmediğinden resmen antrenmana yaylana yaylana
gidiyordum.
Bakışlardan kaçınıp kalabalığa karışarak bir enerji içeceği
yürüttüm. Kahvaltı edersem muhtemelen kusacağımı geçtim ağzıma bir lokma
atabileceğimi bile sanmıyordum. Stres diyorum stres, kahvaltı diyerek
güldürmeyin beni rica ediyorum.
Elime aldığım şeyin Burn olduğunu görünce küfrettim. Enerji
içecekleriyle aramın iyi olmamasını geçtim, son zamanlarda Burnden ayrı bir
nefret etmiştim. Hem dayanamayacağım ölçüde tatlıydı, hem ağızda patlayan şeker
misali yakıyordu, hem de şurup hissi veriyordu.
Enerji veriyor muydu peki? Hiçbir fikrim yok. Vereceği
seviyeye kadar dayanıp içemiyordum ki.
Yutkunup yavaşça kapağı açarak içmeye başladım. Artık ağzımı
hissedememeye başlayınca da kutuyu kendimden uzaklaştırarak dövüş sahasına
doğru koşmaya giriştim ve yolda bir çöp kutusuna fırlattım.
Ana salondan bölüm koridorlarına geçip birkaç merdiven
indikten sonra sahaya inen asansörlere bindim. İlginç bir şekilde ortalık fazla
boş gelmişti. En azından tanıdığım kimse yoktu. Her yerde benden bir alt
sınıflar geziniyordu ve üst sınıflarsa sayılıydı. Çömezlerin en üst katta
olduğu varsayılırsa görülmemeleri mantıklıydı ama yine de bir garip
hissetmiştim.
Kontrol odasında durmak yerine sahaya doğru duraksız inmeye
karar verdim. Walker beni orada bekliyor olmalıydı. Neyse ki tam vaktinde
gelmiştim. Erken gelsem garip bir sessizlik ve rahatsız edici bir tansiyon
olacaktı; geç gelsem kızın huyunu suyunu bilmiyordum, bana küfredip 100 şınav
verebilirdi. Bu yüzden zamanla oynamamanın iyi olacağını düşünmüştüm.
Sanırım… Yanılmışım.
Sahaya indiğimde etrafta kimse yoktu. Acaba kumanda odasında
mıdır diye kafamı kaldırıp baktım ama orası da boştu. Şapşal şapşal etrafıma
bakınıyordum ki temizlik görevlilerinden biri yanıma ilişti.
“Öğretmenin geliyormuş sanırım. Uyanamadığını söyledi. 5
dakikaya burada olur.”.
Görevliye boş boş baktım ve bağdaş kurup salonu incelemeye
koyuldum.
Kendimi gerçekten
çok mal hissediyordum.
Hani yaş olayını taktığımdan değil. Sadece kızda bir şeyleri
kendime yediremiyordum ve bu yüzden bir şekilde rezil olmak hoşuma gitmiyordu.
Zaten rezil olmaktan nefret ettiğimi de düşünürsek ek olarak bu durumun baş
göstermesi güzel bir birleşim değildi.
Saçımdaki çatalları ayırmakla uğraşırken asansörlerden bir
ses duyup ayağa kalktım ve yüzümü girişe çevirdim. Tahmin ettiğim gibi Walker
gelmişti… Ama dürüst olayım kesinlikle böyle bir giriş beklemiyordum.
Beklediğim giriş yavaş çekimdeydi, Walker kararlı bakışlarla
bir yandan yürürken bir yandan temizlikçi buhar makinelerini çalıştırıyor ve
bir elektrogitar melodisi duyuluyordu.
Karşımdaki Walker ise bir yandan gerinip bir yandan da
gözünü ovuşturuyor ve kafasını kaşıyordu.
İki resim arasındaki 7 farkı bulunuz.
İç çektim ve Walker’ın yanıma kadar gelmesini bekledim
–ayriyeten düşünüyorum da bu gidişle ben ona tüm adı ve sadece soyadı dışında
başka hiçbir şekilde hitap edemeyeceğim- . Tam önümde durdu ve alışılmadık
biçimde kafamı hafifçe yukarı kaldırmak zorunluluğunda hissedince bir garip
oldum. Gözlerini ışığa alıştırmak niyetiyle kıstı ve kim olduğumu hatırlamak
istermişçesine bana baktı. O sırada muhtemelen emin olamadığım sebeplerden
kaşlarımı çatıyordum ki kaşının biri sorgulama ifadesiyle havaya kalktı.
İstemsizce onu incelemeye başladığımı neden sonra fark
ettim. Teni aşırı açıktı ve gözlerini yakından görünce yanılmadığımı
kavramıştım. Harbiden yanardönerli gözleri vardı ve saçları gibi ilginç bir
renkteydiler. Sarılı yeşilli güzel, merak uyandıran ama hafif de korkutucu bir
tonları vardı. Saman sarısı saçlarını benim gibi atkuyruğu yapmıştı ama onun
kuyruğu benimkine oranla kısacıktı. Zıttımmış gibi bembeyaz giyinerek gelmişti
ki bunun kurallara aykırı olup olmadığından şüpheliydim. Sanırım hala burayı
tamı tamına öğrenememişti.
Her şeyiyle uzun bir vücut oranı vardı. Ayrıca kıvrımlıdan
çok direk düz diyebileceğim bir yapıdaydı ama kafa yorunca bir savaşçıya durup
da kıvrım eklemek kadar gereksiz ve korkunç bir şey düşünemiyordum. Olduğu
haliyle iyiydi. Hormonlarının hepsini boya kullanmasında bir sakınca
görmüyordum.
Dikkatimi toplamam gerektiğini ne yazık ki biraz geç
hatırladım ve içten içe tüm benliğime sövdüm. Bu kıza neden bu kadar kafayı
taktıysam hiç yapmadığım bir şey olarak oturup orasını burasını inceliyordum.
Dürüst olmak gerekirse o an gerçekten kendimden utanmıştım.
Kendimi toparladım ve daha önce aramızda geçenler dışında
–ölüm kalım meseleleri, soğuk bakışlar vesaire vesaire- hiç resmi olarak
tanıştırılmadığımızı fark ettim.
Elimi refleks olarak ona uzattım ve soğuk bir ses tonu bu
“pek istekli” tanışmaya ilave oldu.
“Nightlion.”.
Birkaç saniye boyunca bana baktıktan sonra bakışları
uzattığım ele geçip tekrar bana döndü.
“Sera.”.
Elimi sıktığını hissettiğimde yine küfrettim. Elleri de
benimkilerden büyüktü. Tanrı aşkına bu kıza ne yapmışlardı böyle? Tamam
Akademi’de bu kadar uzun bir sürü kişi vardı da neredeyse hepsi erkekti. Sera
kadar cüsselisi bir kızı ilk defa görüyordum. Yine cüssesi sadece boydandı
gerçi –bkz. Kas olsa da kız chopstick gibi.
Vee sanırım öğretmenimin elleri terliyordu.
Elini çekip üstüne sildi.
“Kusura bakma, elim çabuk ıslanır da.”.
Dudağımı umursamadığımı belirtmek istercesine büktüm.
“Dert değil.”.
Nedense aniden bütün uykulu hali geçmişti ve girişteki kadar
olmasa da kararlı bakışlarla antrenman için kullanacağımız acemi silahları
almaya gitti.
Şayet… Aniden elindeki silahın parlamasıyla kalp atışlarım
kafayı oynattı.
Bu tahta değil ki… Metal.
Neden…
Dehşetle komuta odasına baktım. Dopdoluydu. Ve oradaki
herkesi tanıyordum.
Burak, Kate, Sultaniye, Oğuz ve James. Jennifer’lar, Komutan,
Cécile ve Rey. Hatta Nicki bile! Neden? Herkes neden buradaydı? Bunun özel bir antrenman olması gerekiyordu!
Korkuyla gözlerimi Sera’ya çevirdim. Boş bakışlarla elinde
iki tane profesyonel orak tutuyordu. Birini sanki çok normalmiş gibi bana
fırlattı. Zar zor yakaladım ki az kalsın düşüyordu. Yeteneksizliğime karşılık
Sera garipsediğini belirten bir yüz ifadesi takındı. Oldu olacak Orak’ı
bilmediğime inanmayacaklardı.
Fakat sorun bu değildi. Herkesin önünde mi savaşacaktım?!
Hem de Sera’yla. Bilmediğim bir aletle. Hem de herkesin önünde! Hem de Sera’yla!
Kafam çoktan zonklamaya başlamıştı bile. Bu olamazdı.
Mahvolacaktım… Rezil olacaktım.
Bakışlarım bir elimdeki orağa bir de Sera’ya kaydı.
Ve en son ona baktığımda, üstüme doğru geliyordu.
~
“Ne neler oluyor!?” dememe fırsat bile kalmadan kollarım
istemsizce hareket etti ve elimdeki orak havaya kalkıp Sera’nınkiyle çarpıştı.
Uzun zamandır duymadığım tanıdık metal sesi kulaklarımda yankılanırken dehşet
içinde öğretmenime bakıyordum.
Bir iki adım geri çekildim ve orağı yere fırlattım.
“Ha bilmem farkında mısınız ama bu şeyi kullanmayı
bilmiyorum ben!”.
Hiddetle bir Sera’ya bir de komuta odasının başında duran
Komutan’a baktım. Sera bana yine boş bir ifadeyle bakıyordu ve dürüst olayım
irite olmaya başlamıştım. Zaten içinde bulunduğum durum yeterince canımı
sıkıyordu, bir de bunların üstüne karşımdakinin yüzünü yumruklama hissinin
eklenmesi taraftarı değildim.
Komutanın dediklerime inanmaya fazla hevesli ses tonu tüm
salonda yankılandı.
“Böyle demenize rağmen biraz önce gayet güzel karşılık verdiniz Nightlion. Sera, sen ne düşünüyorsun?”.
Yardım ister gibi
Sera’ya baktım ama orağına yaslanmış havaya bakıyordu.
“Orağı ona attığımda yanlış tuttu. Duruşu ve tutuşu tam ben
saldırırken değişti. Bilmiyorum.”.
“Pekala, ilk iki saniyede bir şey anlayamayacağımıza göre
lütfen devam ed-“.
“Bir dakika.” Diyerek Komutan’ı durdurdum. “Ben size geri
döndüğümde silahla ilgili tüm bilgimi kaybettiğimi zaten söylemiştim.
Verilerime güvenilmediğini mi söylemeye çalışıyorsunuz?”.
“Bu doğru.” Buz kesildim, hala bana hain gözüyle
bakıyorlardı. Hem de kurbanken. “Üzülerek belirtmek istiyorum ki Akademi’nin
size olan güveninin yerine gelmesi için hala uygun bir an değil. Bu nedenle bir
süre daha kendi vicdanınız değil otoritenin elleri altındasınız. Şimdi, lütfen
antrenmana devam edin.”.
Sadece… Bakakaldım. Komutanın alışıldık umursamaz ve güya
kibar ifadesi beni şuan yüzüme bile bakmaya cesaret edemeyen dostlarımdan daha
az rahatsız ediyordu. Biri bile benimle göz teması kurmuyordu. Hepsi, hepsinin
gözleri yerdeydi. Bağırıp hepsini kendime zorla baktırmak istedim, ama onlar
hareket etmedikçe onlara gitmek gibi bir niyetim artık yoktu.
Gözlerimi biraz daha kısınca aslında bana bakan 2 kişi
olduğunu fark ettim. Biri hiç şüphesiz Nicki’ydi. Onun bana bakmaması için bir
gerekçe yoktu zaten.
Diğeriyse James’ti. Hıh, tabiî ki. James’in öyle bakışlarını
kaçırmak ya da buna benzer huyları pek yoktur. Yüzleşeceği bir şey varsa
yüzleşmesi gerektiğini bilir. Ama onun bana bakmamasını şuan daha çok isterdim sanırım.
Kafamı onlardan ayırıp sağıma baktığımda Sera orağını omzuna
atmış, benimkini kaldırıyordu. Eğilmeden ayağını orağın altına geçirdi ve
havaya zıplatıp eliyle tuttu.
Bana fırlatmak için durdu ve yüzüme baktı. Ben de ona
döndüğümde ilk seferki gibi orağı bana doğru attı ve ben bu sefer bir nebze
daha iyi bir yakalayış gerçekleştirirken sakince yerine geçti.
Parmaklarımı soğuk metale öfkeyle sardım. Demin Sera’nın atağına
nasıl karşılık verdiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Fakat ne olursa olsun
bana inanmayacaklardı. Madem dediklerim gereksizdi, neden beni saatlerce sorgu
odasından çıkarmadılar? Diye düşündüm. Bu şeyi kullanmayı gerçekten bilmiyordum. Şuan elimde hissettiğim soğukluk tanıdık olsa
da, önceden içimde kol gezen güven yoktu.
Şuan ki soğukluk bana güven icra etmiyordu. Şuan ki soğukluk
canımı yakıyor, beceremeyeceğimin alametini veriyordu bana adeta.
Pekala, eğer bana inanmıyorlarsa, onlara kendim
gösterecektim. Bilmediğim bir şeyi batırmak ne kadar uzun sürebilirdi ki?
Sera kafamdaki konuşmanın bitmesini beklermiş gibi sıkılmış
bir tavırla bana bakıyordu. Dişlerimi sıktım ve içimdeki rezillik korkusunu
bastırmaya çabaladım. Çünkü birazdan gerçekten fazlaca alay konusu olacaktım.
Genel silah bilgimle Sera’nın üzerine doğru harekete geçtim.
Yanına kadar koşup orağımı salladım. Tahmin edilebileceği üzere hızlıca yana
kaydı ve arkama geçip orağın sivri ucunu boynuma geçirmeye çalıştı. Son anda
sırtımı çevirip orağımı kaldırdım ve iki orak da birbirine takıldı. Şimdiyse iş
biraz güç savaşına kaymıştı.
Ne yazık ki, Sera benden daha güçlüydü. Ya da en azından ben
şuan gücümü yanlış kullandığımdan kolayca üstüme geliyordu. Dayanamayıp geri zıpladım.
Nefesim hemen daralmıştı. Zaten bir ayı aşkın bir süredir antrenman yapmıyordum.
Bu şeyse çok ağır geliyordu ve ayaklarım dönerken birbirine takılacak gibi
hissediyordum. Ben öyle kendi kendime hayıflanayım Sera zaten tek bir yorulma
belirtisi göstermediği gibi muhtemelen benim de gösterme nedenimi anlamadı ve
üzerime doğru atıldı.
Panikle savunma amaçlı orağı savurdum ama karnımı açıkta
bırakmıştım. Sera da orağını ters çevirip yuvarlak metal kısmıyla karnıma
vurarak beni yere devirdi ve kıç üstü yere düştüm.
Orağım uzak bir köşeye uçtu ve ben de savunmasız kaldım.
Zaten gözlerimi açtığımda Sera da orağın sivri ucunu yüzümden 10 cm geride
tutuyordu, yani öngörüldüğü gibi 3 dakikada nakavt olmuştum.
Vay be. Gerçekten berbatmışım. En azından 5 dakika
dayanacağımı ummuştum.
Orağını çekip beni kaldırmak için elini uzattıysa da onu umursamayıp
kendi başıma kalktım.
Zaten beni tuşe ettin Walker, bir de asillik yapıp yardım
teklif etmene gerek yok.
En azından kendimi pek sinirli hissetmiyordum. Sonucun böyle
olacağı belliydi, bu yüzden sızlanmanın gereksiz olacağını birkaç saniye önce
kavramıştım. Sanırım direk bittiği için mutluydum sadece.
Sera yüzünü Komutan’a döndürdü ve Komutan da sonuçları
duymak istediğini belirterek kafasını salladı.
“Hareketleri hantal ve çok dengesiz. Kontrolünü kaybedince
duruşu aksıyor. Ayakları her an birbirine girecek ve yüz üstü düşecek gibi. Rol
yapamayacak kadar kötü kullanıyor yani.”.
Bitirecek misin? Der gibi bıkkınlıkla Sera’ya baktım ama
kızın beni taktığı yoktu. Onun yerine boğazımı temizlemeye karar verdim.
“Kısacası, orağı kullanmayı bilmiyor. Aniden gelen ataklara
karşılık verebilmesi de yüksek ihtimalle içinde hala kalmış olan dürtülerin
ürünü. Zamanla onları da unutacaktır.”.
“Hah,aldın mı cevabını?!” der gibi sinirle Komutan’a
baktım.Ama herif tükürdüğünü yalar mı,gayet sakin bir şekilde “Pekala,o zaman
bundan böyle orak eğitimi derslerinize başlayabilirsiniz.” Diyerek ellerini arkasında
birleştirip komuta odasından çıktı.
Komutan da ayrıldıktan sonra herkes yavaş yavaş komuta
odasını boşaltmaya başladı. Nicki göz kırpıp başparmağını kaldırarak aferin
işareti yaptı. Güldüm ve dudak hareketiyle beni odamda beklemesini söyledim. Ne
dediğimi anlamak için yakın çekim kameralara baktıktan sonra kafasını sallayıp
o da odadan çıktı.
Etrafıma bakındığımda Sera arkasını dönmüş fırlamış olan
orağı alıyordu. Tam gidecekti ki koca ağzımı açtım ve sesim salonda
yankılanınca bağırmamam gerektiğini akıl ettim.
“Teşekkür ederim. Ehm, kısa kesip beni dertten kurtardığın
için. Ve… Önceden hayatımı kurtardığın için de.”.
Şu havalı karakterler gibi kafasını sallayıp yürümeye devam
edeceğini düşünmüştüm ama onun yerine omzunun üzerinden bana bakıp orta
pislikte bir sırıtış fırlattı.
“Teşekkür edip etmeyeceğine derslerden sonra karar vermek
isteyebilirsin… Çekirge.”.
…ÇEKİRGE Mİ?!
Gülüp salondan çıktı ve ben de yeniden sahayı temizlemeye
gelen naçizane temizlikçiyle yalnız kalmıştım.
Harika, bir çömezin çekirgesi oluyordum. Yakında bana ayak
işlerini yaptırıp asistanı da ederdi bu. Hatta malzemelerini taşıttırırdı. Ve
sonra ayaklarını yıkatırdı! Sonra sonra sonra-
“Gidiyor musun kızım, buraları sileceğim ben.”.
Temizlikçi amcaya şeytanca bir bakış fırlattım ama adam
arkasını dönmüş sallana sallana etrafı siliyordu.
İç çekip ayaklarımı sürüye sürüye yukarı çıktım.
Neyse. Umarım bundan böyle her şey daha iyi olacaktı.
TEMİZLİK AMCA AŞKIMSIN asldkaslşdşsl <3
'Gidiyon nu gızım buralaaa sileceğm ben.' şldfjşlasfjşsladkfjls
YanıtlaSil1. Temizli amcaya Fan Sitesi kurmalıyız. Ben burdan bunu anladım.
2. Onun dışında çoğ artezem, ama niye adam gibi savaşmadım anlayamadım. -_- (bi saniye adam gibi savaşsaydım ölürdün haha -w-)
3. Ellerimin terlediğini tüm dünyaya duyurmasan olmazdı dimi -_-
4. Anladığım kadarıyla Temizlikçi amca da benim tarafımda, hayalinde duman makinasını çalıştırmalar falan. İkimiz de kendimize birer vileda alıp savaş meydanına atılmalıyız bince U_U
5. Nayt odaya oğlan atıyooo Nayt odaya oğlan atıyoooo~ :la:
6. Jamesi çabuk unutmuşun bakıyorum da U_U
7. Bi ara cidden karanlık-aydınlık tarafı kararlaştırmalıyız.
8. Leigh de beyaz giyiniyo ruhlar dünyasında lsfjşlasd sanırım benimki de ondan bulaşmış. Siyah olan yerlerde beyaz olma isteği part 1.
9. Amv ye sardım ve ne diyceğimi unuttum hadi yallah.
10. Bir ara general sera çizerim belki. Bu sabah da çizesim geldiydi göya. U_U
O değilde temizlik amca yazmışım...
YanıtlaSil1.Fan sitesi mi.Dünyayı yönetmeli lan o amca
2.Mal hocamsın sen benim =_= rakibim değil.Öldürüp atsaydın bide =A=
3....Give and take.O kadar artizsin napıyım asdklşasdkş
4.ksdlkasşdl para verdin sen ona.
5.asldkaslşdkasşdkaslşdksalşkaslşdkasipdasğpdsağpdiosdğps SHUT THE FUCK UP.YOU KNOW THE ONLY BOY I'D GIVE PERMISSION TO GET INTO MY ROOM
6. James havamda değildim peh =,=
7. EVET.BENCEDE =_= de neyini kararlaştırcaz o-o
8.Doğuştan farklısınız olum
9.Gerizekalı
10.Sen get baa selene çizsene.Senin resimlerinle karakterleri tanıtmak istiyorum asldkaslşdk Seni işe alayım mı ben.Maaş da bağlarım hem.
yemin et owo
Sil... dur lan ben para almıyorum...
... dur lan ben para alabilirim...
... ama dur lan senden almıyorum...
... dur dur... Niye almıyım ki? aklşjfdjşfs
Yalnız şu an Satin bile çizemiyorum. Acı lan bana. Yani aslında çiziyorum da Satinden başka her şeye benzedi. Mesela albino eşşek desen kanarlar ldfkjşla
Tamam... Satin albino değil.
Tornado'yu özledim ;A; onu yeniden tekrar tekrar gebertmek istiyoruğm adfsşlkj
Ayrıca Jamesinozzi Dükasıllı'yı çizmek hala abuk, hani her şekilde adam benzemiyor. ama çizerim belki şimdi düşününce ı_ı
Ya zincirsiz yerde yatan bir jamesimiz var u.u arinnayla damon var.sera desen ondan bol ne var xlhl leigh var.sulu da vardi.kaan yok bah.hem...selene adam gibi yok ben onun derdindeyim =A= ee..cecile ve rey yok bide de onlar sana kalmis.baska resimle tanitilcak acil adam yok sanirim o_0
SilVALLA PARA VERCEM OLUM HCLHKTİK
OH MAY GAŞŞHH GDSDFHABGFDD!!!!!!! Süperdi la bu bölüm *w* Ancak... En başından koysaydın ya!!! ;__; Lânetli Olan ne? Vlad kim? Sera ne zaman Selene'nin hayatını kurtardı? Selene'ye niye hainmiş gibi davranıyorlar? Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi? *sorularsorularsorular*
YanıtlaSilBu hikaye müthiş ama en en basından koy U_U plz yani bizi burda sorularla boğuşuyoruz adamım U_U
Burn meselesine gelirsek ben çok severim Burn'u yahu. Çok tatlı şeyleri bende sevmiyorum ama Burn farklı .3. Ayrıca doğal ruj gibi asdfjjsjsaj ve enerjiyi kendisini bitirdikten yarım saat sonra veriyor U_U
Nehe .w. en basi pek yok bu ucuncu kitaptan <w<" Birinci kitaptan baslayarak koyecem ema u.u Ya lanetli olanlara ilk kitapta gelecegm sinci.Ee...Vlad'i baya bir tanimayacahsiniz daha =,=" Ama bas belasidir o u.u selene..ahh selene mal kskdskks
SilVe babanin pastalarini seviyorum dostum u.u
Ben icemedim lan onu .A. Belki farkli bi aromali olaniydi bilmeyom da agzimin icine etti =w=" Belki 40 derece sicagin altinda beklettigimden de olabilir .-.
Muhteşem bir bölümdü @_@ Baştan anlatmalısın,merak ediyoruuuz ._. Ha belki başta olanları sonradan ortaya çıkartmayı planlıyor olabilirsin ama..herneyse iştee hgfdfgfds
YanıtlaSilBu daha çok önce olanları şimdi ortaya çıkarmak gibi bişe ama evet anladım ben seni aldkşaldk Çok teşekkür ederim ^-^
Sil